Gözleriyle vuuv su fışkırtısını damla damla zıığh yonttukça derin, sağır edici aaa, çevren’in seslerinden farklı bir ses gıı-ığh huu-uh taş katılığında cisimleşip zğh zğh su âleminin nefes alıp inleyişi gibi ııa iee bir tıi-tie toz zerreciğinin kendi cüSssesine uygunca gğfhüfszz bütünü değil, bütünün mini minnacık parçasını iik-ıik işitmesi gibi bu kocaman fooşş, fırrşş su kütlesinin, bu canlı, kımıldak, ısıl mahlukun anca bir parçasının kör edici, sağır edici höpürtüsünün zerre zerre eksiltilmiş vaa-vaa ses parçacıklarını duyuyor, derinlerden fışkırıp gelen duru, höykürmeyen ürkütücü ses damlacıklarını işitmemek için ya göğüs kafesi çatlayasıya haykıracak ya da tozla toprakla, dal taşla kulaklarını tıkayacaktı.
Seslerin görünmez, ele gelmez akıcı şeffaflığı bedenini saran yapışkan sıvık genişçene ve bol boşluklu bir ağ sicime evrilirken dışarlak yalpalama hareketlerinin içerlek kasılma ve büzüşmelerinin de kimileyin şeffaflığı kimileyin sicimi kimileyinse düpedüz bedeninin dışında gelişip biçimlenen bizzat o evrilişin büklümlerini katılaşımını taklit ettiğini boynunu gövdesinin ayak ve ellerinin sınır çizgilerinin çeperleri boyunca çevirince farkettiğinde sesleri görür oldu her iki elini de gelişi güzel bedeninin yüzeyinde hafif hafif gezdirdi biriki parmağını acıtmayacak kadar yumuşak dokunuşlarla derisine bastırdı keyifli salınımlarla elleri bedeninde süzülürken kimi ses parçacıklarına dokunuyor kimi parçacıklarınınsa düpedüz ca’dan ezgiler izgiler çınılar taşıdığını görüyor biraz daha ellerini derisine sürterse biraz daha hızlı avuç içlerinden çok gerilerde kalıp yitmiş caca’nın fırlayıp önüne dikileceği sanısıyla ürperip parmaklarının avuç içlerinin aralarında vuku bulan doğuma şaşkınlıkla parmak uçları boğumları ve ayalarıyla yonttuğu seslere dokunmanın sesleri seslere sürtmenin hazzıyla bakakaldı ca caa caca caa diye diye haykıra haykıra hızla koşmaya başladı.
ca ca caa
caca
cacaa
ca ca a
caca
ca
c
a
Duyduğu sesler miydi, aradığı sesler miydi, karşılaştığı sesler miydi, uydurduğu sesler miydi, maruz kaldığı sesler miydi sorularının çokluğu; tek bir yanıtın yetmezliğinden, yetersizliğinden çok, sesle görüntüler, dahası görültüler arasında kimi benzerlikler, çakışmalar, kesişme noktaları, çizgileri bulması, yetmezmiş gibi seslerin alanlara, bizzat kendi bedenine varıncaya dek, yüzeylere yayılmış olduğunu hissetmesi, sanması, yanılsaması içinde dalgalanıp, salınıp, savrulup, bocalayıp durmasıydı diyerek, diye betimleyerek kimi algı-sanı talimatları çerçevesinde işin üstesinden gelmek, onun ses, beden, çevren, görüntü, görültü, ısıl mahluklar ve daha pek çok oldaşlarını saptamak, saptarken de saptırma, eğme, bükme, katlama, çarpıtma, harmanlama, eksiltme, arttırma, parçalama, düzleştirme tehlikesini peşi sıra sürüklediği, -leyeceğinden ötürü, ötesinde, berisinde, içinde titreşen, uçuşan, çöken ses yontuklarını dal yontukları, taş yonga parçaları yığınına boca edip haykıra haykıra koşmalarına, koşa koşa haykırmalarına devam etti, devam etmeyle yetindi.
Devam etmek ikinci soluk borusuydu ve borusunu öüvğ-rarıhl-üüğ öttürecekti.
Çevren’in uzağında harelenip oynaşan Seslerin parıltısı, çatırtısı, hışırtısı, fışırtısı Ne gözüyle ne de eliyle temas edemediği bu gölgesiz nesneler Namevcut yollarını katedemeyip Katılaşamadan soluyor Hareket taklidi ile algı taklidi arasında derinleşen gedikte, Orada.
Bir ses damlasını bir ses damlasına sürtse, birine sürtünse ya, -ni yalasa bari, üzerinde süzülüp süzülüp tepinse yada, ısırıp ısırıp çiğneseydi – kendine ait olmayan erişim biçimlerinin hiç olmadık birine öykünerek.
Ses damlalarını avuçlayamadı, taşıyamadı, dokunamadı, koklayamadı da.
Hişt, hişt, işt, işt, şt, şt, t, t.
Protez seslerse de, göz gibi Yapay -Ok.
Sesleri de, renkleri aynı aynı uçlangaçların hareketleri farklı: minik turuncu ışıltısıyla bir dönengeç gibi gıyk gıyk süzülür biri, kocaman sarsak gıyk gıyk uçuşlu bir minik turuncu ışıltılı bir öbürü onunseslergörüntülerhercümerçioptikdüzeneğine izini atarken, oturur, oturur, bakar, bakar, sesleri, sesleri yontar -yontar.
Dingin gökyüzünün altında, içi toprakla doldurulmuş çukurların yanında biraz oyalandıktan sonra fundalıklar arasında uçuşan hareketli nesneler ile onların hareketli resimlerini nefes nefese seyreltmeye koyulur, yine, seyrede seyrede:
uçuş sırasında küçük boş yüzeyler gibi görünen beyazlar ile sarılar değişken yatay kuşakları işgal ediyor, kimi ayaklarının etrafında, kimi göz hizasında, kimi de başının üstünde; yükseklerde ilk önce kuvvetli sayılabilecek ama sürekli yön değiştiren uçuşlu bir beyaz, sonra kanatlarını daha uzun çarpan ve daha düz uçuşlu bir başka beyaz, ardından yoğun, kuvvetli kanat çırpışlarıyla yüksekten salınan bir düz uçuşlu başkası; sırasıyla beyazlı, damalı ve azametlinin arkalarında hızlı, alçaktan, dümdüz bir uçuş yolu izleyen çok parlak küçük bir sarı görür, derken daha zayıf kanat çırpışlarıyla yere yakın uçan bir başkasını ve daha parlak olan yol arkadaşı küçük sarıyı; sonra kanadındaki beyazlarla keskin bir karşıtlık içindeki parlak turuncu kanat uçları, ayrıca hayli zayıf ve yere çok yakın, nadiren bir dört ayaklının biriki adımdan fazla yükselebilen uçuşu sırasında bile diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayan, ağır ağır süzülürken bir durup bir çakan ışıkla hareket edeni.
Hareket edenlerin en şaşırtıcı olanı ise, o koca koca kayalar, tepeler, yükseltiler ve yarlardı her gözünü kapatıp açışında ağır ağır, gıdım gıdım, süzüle süzüle seyrelirler, katılıklarından, yükseltilerinden, ağırlıklarından ve diplerinden arınırlar, kendi arınıklığına komşu olurlar ve tam işte an be an bağlarından çözünmüş o enerji dilimlerinden derlediği demetin içinde kendisi de hareketli bir gölgesiz resimden ibarettir.
Çiiğk, çiiğk, boşluk, çiĞK çiĞK, o da ne-si?, çii-ığk çii-ığk, boşluk, boşluk, hayır çiiğk çii-k, çiiçi çi, hayıır, boşluk, ğk, çı’ı, çı’, boşluk, şşşt, boşluk, şşt, boşluk, şş, ş -ee ee e, ee ee e, ee e, ee e, e.
Göz kapansa da, kulak kapanmıyordu, göz mü, kulak mı olacaktı, göz-kulak mı, görüntü mü, görültü mü -gürültü mü?
Seslerin tekinsiz hayaletvari dansı ve seslerin hareketi, seslerin iltihabı ve seslerin uğultusu ve hayaletvari iltihap, tekinsiz uğultu ve uğultunun iltihabı ve hareketin sesleri ve hareketin uğultusu, hareketin iltihabı, iltihabın uğultusu ve uğultulu tepelerin halesi- –
Bir unutulanın mırıltıları, tiksintisi, bir de görünmeyenin çığlığı yaralayan bir sürü gibi akın ediyor, bunların öüğvc yankı öykünmelerini savuruyor ses damlalarını akıtan ağaçlar arasında yapraklarla kabukların ıslak dalgalarından yayılan kokusunu çevresine ışığın vurduğu an sıkışığında ısık ısık, ıssık -ıssık.
Ötede su yüklü ağaçlar, hep böyle olduğunca, sızgın bir kokuyla aka aka, cinsiyetsiz birbirine dolandı, sarıştı, yanında çiy nemiyle ışıyan etrafın bir kuytusuna sinmiş, pısmış, kıpırtısız ayaklarını, ellerini serin ışık dalgacıkları iğne iğne uyuştururken eşseslilerden bir gürültü- den yoksun olsaydı çevren, tüm renklerin rengi aynı olurdu, gürültünün görülebilir hale geldiği bazı düzenli-olan sarılar, kendi düzensizliklerinin i-etkisiyle koyu turkuaza yada turuncuya çalan dirimi taşınabilir, katlanılabilir kılan gürültünün ayrılmaz parçası ortak bir, tek kaynaksızlıktandı kekelemesi:
KKKLKKKKKBKLKKKK.
Sessizliğin öbür ucunda yeşeren çimlerin çıtırsında kükremeye büyüyen öldürücü gügü rüll llt t tü -den sıyrılan havanın içinde kendi koruganına kavuşmuş dalgacıkların üzerindeki küçümen ısı kümesi, toparcık toparcık usulca gel-di, gel-di, alt dudağına yumuşacık kondu, soluk borusu gevşindi, gevşindi, pıt, önüne bir mırıltı düşüverdi, bir kırıntı da olsa gürültüydü elbet, gürültüden kopan bir parçacıktı, toplaşamamış bir ses taşı.
Bir kez daha: -den sıyrılan havanın içinde kendi koruganına kavuşmuş dalgacıkların üzerindeki küçümen ısı kümesi, toparcık toparcık usulca gel-di, gel-di, alt dudağına çarptı, ürktü, sarsıldı, gerildi, gerindi, diklendi, yıkılmadı, bir kez daha: -den sıyrılan havanın içinde kendi koruganına kavuşmuş dalgacıkların üzerindeki küçümen ısı kümesi, toparcık toparcık usulca gel-di, gel-di; bekledi, bekledi, bekledi, bekledi, beklemeyi öğrenmenin eşiğinde pinekledi, omuzları düştü, boş boş çevresine bakındı, başını eğdi, kıpırdayan ellerine baktı sonra, ellerinden yardım umdu, mırıltıyı tutsun, ovsun, okşasın, sıksın için, uçup gitmesin için, gevşemiş soluk borusunun oldaşı, yoldaşı olsun için, tutsun, tuttuğuna dayansın için, tutsun, gürültü olmasın için.
Fonetik tikleri kaşının, ağzının, dudağının, serçe el parmağının, boynunun, gırtlağının, bağırsaklarının, böbreğinin tiklerine öykünüyor, karışıyor, dolanıyor, sıçrıyor, sürtünüyor, ittiriyor, çektiriyor, gerdiriyor, düzleştiriyor, katlıyor şizofrenik uğultunun gürültü dalgalarıyla oynaşıyorken oynaşırken pööh cinsel doyuma gereksinmeyi akıl etmeyi ouğııh gereksinmiyordu.
Tutmadı elleri, yürümedi ayakları, görmedi gözleri, kalakaldı, mırıltı da, ısı kümesi de ardında izini bırakmadan silindi, soluk borusu katıldı, katıldı, derinden nefes alıp hğıırp puuğ tükürüp belki terkçü denilecek bir dili boo-oğğyor, zçukurunu kyazıyordu.
Ne kayaların, yaprakların, ne de yokuşların, çukurların, dalın, toprağın üzerinde, yanında, berisinde, uzağında, yakınında kendine bir yer bulamayan, bir yer tutamayan, akıp giden sudan bir farkı yoktuyu, eti ısındırma gücüne, taşkınlığına sahip hiç bir yere birikmeyen gri suyun oyduğu yarıktan bir kaç kıymık koparıp sürükleyip süzülerek bir yere bir yer bırakan birikmesi de yoktu ile aynı anda, ama yok-yerde işitiyorken, tüm olup biten, görmeye başlamak için zorlu bir öğrenme sürecini kat etme gereğinin sonuçsuz berisinde duraklaması, duraklaya duraklaya henüz-yok-yerde süreç kat edenler başka henüz-yok-yer’lerle akıyor, büyümüyorlar, birikmiyorlar, birbirlerine bitişmiyorlar, irade taklidi üreterek sanki yok-yerlerini terk etmek istemiyorlardı hâlâ.
Asli yer’i rengini yitirmiş renklerin renksiz görüntüsüyü yeri belleyen görüntüsüz seslerin eşleniği, kâh ses-görüntü kâh görüntü-ses olarak karşısına çıkıyor, dikiliyor, sinir uçlarını büktükçe, bükülüyordu.
Ses-görüntü ikilisi ile bükme-bükülme ikilisi bir bir’e yolak açıyor, yolak açıldıkça gövdesi çatallanıyor, yürürken sendelemeye, koşarken salınmaya, otururken zıplamaya meylediyordu.
Sesler dirim çoşardı, kör görüntülerle ölgün, dışarlak çevreni nasıl düzenleyeceğini bilmiyordu, bir kokunun peşinden sürüklenmektense, çoktandır dallarından biri bellediği fonotik imgeye yaslanmayı yeğledi.
s. 105





Yorum bırakın