“Rahibin söylediklerine bakılırsa…”
Omurtak araya girdi. Cümleyi ondan çalmaya niyetliydi. Rahip ile konuştuklarında o da oradaydı çünkü. Şimdi bugüne kadar benzemediği bir şeye benzemek isteyecekti. Efendisinden çalacağı birkaç cümleye karşılık gelecek saniyelerin bedelini ödemeye hazırdı.  
“Kendisine Aziz Barsino denmesinden daha çok hoşlanıyordu. Yüzündeki gurur, Süryanilerin kaybolmaya yüz tutmuş kültürlerini koruyan bir deriyle bezenmişti sanki.” 
“Aptallığın boyunu aştı yine, sırası mı kendisine ne denildiğinin? Asıl konu şu: Manastırda ölen bütün rahiplerin kemiklerini o mahzende topluyorlarmış. Bin yılların kemiği. Kimler, kimler vardır… Ölüleri kemik olana kadar güneşe dönük  sandalyede oturmuş halde bırakıyorlarmış. Sırf bu yüzden artık Süryaniler hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Beni de ‘Al bey’ diye çağırmaktan artık kendilerini alamayacaklarmış.” 
(Uzağını gidebilir, uzağını giyebilir, uzağını çayına karıştırabilir, uzağını sigarasını yakmadan önce unutabilir, uzağını büyülü örnekler için satabilir, uzağını yemek yapıp yiyebilir, bilir de bilir. Onun uzakla bilirliği var; uzağı gösteri biliminden çekebilir, denize çarşaf yapabilir. Onun uzak zaafına düşman olunabilir. Ben oldum. Al beymiş, niye ona Hadi Oradan bey demediler ki! Al da Al olacak başıma, daha çok mız’a olacak gerçi, hepimiz onunuz, hepimiz onun uzağı için alınmış köleleriz. Biliyor tüm bunları. Bilmese de biliyor gibidir o.)
“Biz de size artık ‘Al bey’ diye seslenelim.”
“Angut! Sen kim oluyorsun? Sen, olan adımı, yani doğumundan bu yana kemiklerime yapışanı sese dönüştüreceksin! Bak, onlar ne güzel kemiklerine sahip çıkıyorlar. Biz de sahibi olamadıklarımızı unutacak, kemiklere doğru akan bir hayatı, uygarlığı benimseyeceğiz.”
“Affedersiniz. Nasıl isterseniz öyle yapalım.”

Sağı solu arada kolaçan ediyorlar. Kimse görmez ki. Yine de bakmak gerekiyor diye düşünüyorlar. Manastırda herkes uykuda. Nasıl da seviniyorlar mahzen anahtarını Aziz Barsino’dan çalabilmiş olduklarına. 
“Büyük, büyük deyip arka için toplanacak ne çok var, var ama ne çok? Bunlar saydam olsun,  arkanın da arkası olduğunu göstersin diye. Belki üstünde “af” yazan taşlardır. Olmazsa olmaz. Omurtak, kime söylüyorum! Arkaya atılacak benimkiler. Benimkilerin ilerisini düşünemiyorum. İleriye üflemek yeteneği mi var sanki bende? Belki. Ama rüyamda gördüğüm tükürük. Bu taşların hepsinde tarihin tükürüğü var. Milyonlardan banane, rüyadan. Sayılardan önce değilim ya. Sayılardan sonrayım. Güzelce say. Benim bu kemikler, benim atalarımın.”
Bunları Al bey olarak söylediğine seviniyor. Artık kendini bu isimle yıllarca yaşamış gibi hissediyor. Omurtak ise bu gece mahzendeki rutubet ve zemindeki tozun karışımından oluşan havasızlıktan öleceğini düşünen birine dönmüş. Acilen yanıt vermesi gerekiyor. 
“Susmasanız da, susmanızdan bize hiçbir kırıntı kalmayacaksa da evinize kıymetten çuvallar dizdik. Arkanın Arkası olan acizliğiniz ve bu kemikler Avrupa’da kaşif olmaya yüz tutmuş şairlerin hiçbir dizesine kanca takamaz. Hayır, size kimin merhabasını getirdiğimi söylemiyorum. İsterseniz dövün yine beni.”
Omurtak şimdi pataklanacağını düşünüyordu Al bey tarafından, hemen şimdi cümlelerini gelişi güzel söylerken. Bu gece entelektüel sermayesini göstermek istiyordu. Nereden edinmişti? Sonra söyleyecekti Al beye. Şimdi onu pataklamasa ya… Kimden merhabayı getireceğini de söyleyecekti, yeter ki bir an önce bu mahzenden çıksınlar. Öyle oluyor hep diye düşündü. Sadece sert sert bakıyor, kemikleri karıştırırken beyi.
“Bağırmadım estağfurullah. Arkaya, tamam, itiyorum. Saydam değil. Hayallere kapıldınız Al bey. Tükürüğü dün rüyanızda görmüştünüz, ondandır şimdi hiddetiniz, tamam, arkaya.”

s. 59


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Son Yazılar


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin