Tomris Uyar, imparatorluğun son zamanlarında ve kuruluş yıllarında milletvekilliği yapmış Trabzonlu bir hukuk adamı ve bürokratın, Sırrı Süleyman Gedik’in ailesinden geliyor. Babası Ali Fuat Gedik de annesi Celile Girgin de hukukçu, aynı zamanda babası edebiyatla ve yayıncılıkla da ilgilenmiş. Tomris ve kardeşi Süleyman Gedik, zamanının konforlu ve eğitimli muhitlerinde büyümüşler. (Tomris’in içinden çıktığı ailenin hikâyesini, idareci ve eğitimci olan kardeşi Süleyman Gedik’in omninamutantur.online adresinde paylaştığı anılarından öğrenebilmek mümkün.) Babasıyla annesinin ayrılışı, annesinin yanı başında ölüşü, babasının veremden öleyazıp iyileşmesi Tomris’in gençliğine denk gelir (yıllar sonra pek görüşmediği babasının son zamanlarında hastanede ilgilenmesi ve bir bakıma uzun zaman mesafeli olduğu babasıyla anlaşmaya çalışması, Tomris’in bana kalırsa zor dönemlerinden biri olan 1980’lerin ortasında gerçekleşir). Tomris babası gibi Türkiye’de İngilizce temelli bir eğitimden geçer, İngiliz Kız Ortaokulu ve Arnavutköy Amerikan Kız Lisesi’nde okur. Sonra İstanbul Gazetecilik Enstitüsü’nden mezun olur. (Edebiyatımızın ilginç bir hattı bu aslında: Orhan Pamuk da benzer bir eğitimin oğlan çocukları için olanından geçer, Robert Kolej ve İstanbul Gazetecilik Enstitüsü.) İngilizce ve gazetecilik Tomris’in hayatını kaplayacak üretim araçları olacaktır: Hâkim olduğu dilden kendi diline çeviri yapmak ve profesyonelce yazılar kotarmak, muhtemelen bu eğitim sürecinin kendisine sağladığı meziyetlerdir. Edebiyat ise, bir zevk ve sosyal ilişkiler meselesi olarak, aile çevresinden de etkilenerek kişisel karakterinden kaynaklanmış olmalı. Son yıllarda iyiden iyiye meşhur olan ilişkileri, evlilikleri ve dostlukları Tomris’in hep edebiyat ve sosyal bilimlerin kesişim bölgesinde, aydınlar çevresinde yaşadığı bir ömrün zenginliğidir. Bana kalırsa yine ailesinden miras bir aydın sorumluluğunu, ömrü boyunca özgürlük arzusuyla dengeleyerek kullanmış insanlardan Tomris. Üretken olduğu alanlar zaten bu aydın sorumluluğunu ele veriyor: Çeviri cumhuriyet kültür politikasının yapıtaşlarındandı ve bir aydın sorumluluğu olarak görülebilir; milli eğitim bünyesinde olmasa da kimi dönemler Robert Kolej veya Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde, kimi dönemler de serbest olarak verdiği eğitimler de bir aydın sorumluluğu; öykülerinin kısmen, denemeleriyle gündökümlerinin neredeyse tamamen yine bir aydın sorumluluğu olduğunu teslim etmek gerekir. Muasır medeniyette şahsi özgürleşmeye giderken toplumun sosyoekonomik konumunu da ihmal etmemek gerektiği biçiminde bir aydın sorumluluğu bu, somurtuk bir öğretmenlik değil, alaycı bir küçümseyicilik değil, daha çok eleştirel bir hatırlatıcılık içeriyor. Son yıllarda çok fazla aşınmış bir sorumluluk.
Tomris Uyar’ın öykülerinde ve dergilerde yayımlanan yazılarıyla gündökümlerinde birbirleriyle sık temas eden detaylarla örülü bir dünyası vardır. Yaşadığı, şahit olduğu dünyanın detaylarını toplayıp birbirine katarken türlerin standartlarını da düşünmekten, kullanmaktan, zorlamaktan çekinmez. Kitap yayımlatmaya geç başlamıştır aslında, dergilerde uzun uzadıya çalıştıktan, bizzat dergileri çıkaranlar arasında yer aldıktan sonra ilk kitabı 1971’de, otuz yaşındayken yayımlanır. Sanırım Turgut Uyar’la evliliği ve oğlu Hayri Turgut’un sorumluluğu, ekonomik açıdan getirileri de düşünmeye başlamış olmalı o yaş döngüsünde. Tomris Uyar’ın yazdıklarında ekonomik değerlendirmelerin ve endişelerin az yer tutmadığını söylemek gerekir. Dünyanın dertlerinden azade bir aydın değildir, tam tersine hem kadınlığın hem de hiçbir zaman kadri yeterince bilinmeyecek olan sanatçılığın kendisini güvencesiz kıldığı bir toplumun insanı olarak, özgür ve bağımsız kalabilmenin mücadelesini sonuna kadar verirken yapması gerekenleri hiç unutmayan biridir Tomris Uyar. Sanatla, toplumla ilişkilerinden keyif de alır, ama gerçekliği değiştirmek için harcanacak enerjiyi hiçe sayan idealist ya da ütopistlerden değildir. Hayatın, toplumun, kültürün gerçekleri hep aklının bir köşesinden devreye girer, hatta zaman zaman karamsarlığa kapılmasına sebep olacak kadar. Yine de karamsarlığa hiç teslim olmamış diyebiliriz, ölümünden dört yıl önce büyük deprem ve Can Yücel’in ölümünü gerekçe göstererek Gündökümü yazılarına son vermesi haricinde.
*
Tomris’le hayatının son yılında, benim ise hayatımın döngü yıllarından birinde tanışmıştık. Tomris altmışlarındaydı, ben yirmilerinde. Tomris eski eşiyle birlikte kendi kitaplarının haklarını büyük yayınevine teslim etmişti, ben de o yayınevinde editör olarak çalışmaya başlamıştım. Hangi büyülü kararla Tomris’in Gündökümü kitaplarının editörlüğü bana düşmüştü bilmiyorum ama hayatımın en değerli sohbetlerinden birkaçını Tomris’le yapabilme fırsatı verdiği için her daim o büyüyü sağlayanlara müteşekkirimdir.
Benim için İkarus’un uçuşu gibiydi o yıllar, 2000’lerin ilk yılları, okuma alışkanlığı ve yazma tutkusu olan, üniversite eğitiminde alacağı somurtuk diplomanın götüreceği yerlere gitmekten büyük deprem ertesindeki çalkantılı zamanlarda vazgeçen, çok daha renkli ve kendisine özgü bir hayata ürkekçe açılırken rast geldiği Daidalos’lardan yardım istemekten çekinmeyen biriydim; ama sık sık kanatlarımı yaktım ya da nemlendirdim, nice güneşlere yakınlaştım ve nice sulara düştüm.
Tomris o güneşlerden biriydi ama yakmamaya özen gösterir, bir denkmiş gibi sohbet etme imkânı sağlardı; hayatımda tanıdığım hiyerarşiyi umursamayan, dostluk hissini ilk anda veren insanlardan biriydi; benim genç ve sakar bir editör olmamla pek ilgilenmemişti, kitabında gördüğü birkaç aksaklığı çok da yıpratmadan söyler, hızla sohbete geçerdik. İlk gidişimde yayınevindeki büyüklerimden ve Tomris’in dostlarından ne götürebileceğimi sorduğumda, hastalıklarından dolayı artık içki içmediğini, tatlı yemediğini ama bergamotlu çaylardan götürebileceğimi söylemişlerdi. Her şeye rağmen biraz kuru pasta da almış, Mecidiyeköy’deki dairesine yönelmiştim. Kaç zamandır 1975’ten 1999’a kadar yazdığı günlük notlarını yayına hazırlamak için okuyordum, hayatının detaylarını bizzat kendi kaleminden öğreniyor, oradan hareketle edebiyat ortamımızın önemli şahsiyetlerini, ülkemizin toplumsal ve kültürel gelişimini, bir aydının ve belli bir dünya görüşünün edimleriyle duruşlarını gözlemleme fırsatı buluyordum. O günlerde şairleri beni o kadar ilgilendirmiyordu, öyküleri de; kimi çevirilerini okumuştum elbette, ama henüz yoğun bir çeviri editörlüğü tecrübem yoktu. Ama kişinin kendini, düşüncelerini belli bir özenle ve rahatlıkla ifade edebilmesini, Tomris’in Gündökümü kitaplarından öğrenmişimdir mutlaka.
Bir insanın evine ziyarette bulunuyorsanız, bir bakıma hayatına da karışıyorsunuz demektir. Misafir de kalabilirsiniz, kaynaşabilirsiniz de. Elbette sınırları ziyarette bulunduğunuz kişi belirler, siz değil. Şanslıydım ki belli ölçülerde rahat bir iletişim kurmuştuk. Çayı mutfakta birlikte hazırlamak, karşılıklı koltuklara oturup sohbet etmek, beş dakikada işle ilgili detayları atlayıp birkaç saat sürecek bir muhabbete kapılmak, sadece anılarını ve görüşlerini anlatmadığı, beni de tanımaya, hatta yorumlamaya yöneldiği denk bir arkadaşlık hissini yaşamak… İki insanın dostluğunu, diğer kimliklerin önemi olmadan iletişim kurabileceğini görebilmek… Tomris’in bana verdiği en önemli şeyler bunlardı.
Birkaç sefer iş nedeniyle ziyaret ettikten sonra bir-iki sefer de sadece dostluk hatırına ziyaret ettiğimi hatırlıyorum şimdi. Yayınevindeki ve yayın dünyasındaki görevlerimin henüz bitirmediğim üniversitemde diplomaya hak kazanmak için tamamlamak zorunda olduğum bitirme tezime odaklanmamı engellediğini düşünerek, tez yazmak için istifa ederek kendime çekilmiştim. O süreçte Tomris’in de bir kere daha tatsız bir hastalığa yakalandığını öğrenmiş, hatta son ziyaretimi bu bilgiyi kendisinin de öğrendiği ilk günlerde gerçekleştirmiştim: Ağrı başladığında içini nasıl bir burgu gibi kavurduğunu anlattığı anı hiç unutmam. Her şeye rağmen o kadar sakin, rasyonel bakıyordu ki olanlara, hayranlığım bir kere daha artmıştı. Ben tezimi apar topar yazmaya çalışırken Tomris de hastalığıyla mücadele ediyordu, tekrar ziyaret etmek için tezimi bitirmeyi bekliyordum. Tam tezimi savunduktan sonra apar topar son teslim tarihinde okuldaki sekretaryaya teslim etmiştim, okulun durağından bindiğim otobüste ilk okuldaki asistanlarımızdan, peşi sıra dağcılık eğitimine bile gittiğim usta dağcılarımızdan, Uğur (Uluocak) abinin Kazakistan’daki tırmanış esnasında öldüğünün haberini önümde oturan yolcunun gazetesinde görüp şoka girmiştim; tezi yazdığım bilgisayarın bulunduğu eve girdiğimde, daha fazla bilgi alabilirim diye internete girdiğimde ekşi sözlükten öğrenmiştim Tomris’in de aramızdan ayrıldığını. Bu iki kayıp benim sekiz senelik eğitimimin bitişinin içimde kalmasına sebep olmuştur, sonra saçma sapan bir yüksek lisans ve askerlik süreci gelecekti ama içimde bir rahatlama değil de büyük bir hüzün hissetmeme yol açmıştır. Belki de bu nedenle sonrasında yayıncılığa dönüşüm çok gecikmiş, akademiden soğumam nihai olarak gerçekleşmiştir.
*
Tomris Uyar’ın ölümünden hemen önce yaptığı anlaşma nedeniyle yayıncısı tüm öykülerini ve yazılarını istikrarlı ve şık biçimlerde yayımlamaya devam ediyor. Bu büyük bir kazanım. Ama ne yazık ki çevirileri aynı istikrarda yayımlanmıyor. Kimi zaman yapıtların orijinal dillerinden değil de İngilizceden çevrildikleri için, kimi zaman da başka çevirmenlerin de o yapıtlara yönelmesinden dolayı, Borges, Cortázar, Woolf, (Cemal Süreya’yla birlikte) Saint-Exupéry gibi yazarlardan yaptığı ve zamanında ufuk açıcı olan çevirileri, şimdilerde ya sahaflardan bulunabiliyor ya da pek çok benzer kitap arasında zor seçiliyor. Tabii Poe, Dos Passos, Fitzgerald, Marquez, Cheever, Lucretius (eşi Turgut Uyar’la çeviri ödülü kazandıkları Evrenin Yapısı), Doctorow, Lessing, Highsmith, Ackroyd, Styron, O‘Connor gibi pek çok yazardan yaptıkları çeviriler hâlâ biricik kalabiliyor. Telif sistemi nedeniyle usta bir çevirmenin çevirilerinin zamanla başkalarının çevirileriyle değiştirilmesi, bana kaçınılmaz bir durum olarak geliyor ve ne yazık ki Tomris gibilerinin mirasına bir ihanet anlamına da geliyor. Önümüzdeki yıllar bu ihanetler yine kaçınılmaz biçimde çoğalacak… Zamanla Tomris Uyar’ın dünyasını sadece yazdıklarından anlayabileceğiz, yıllar boyunca dünyanın pek çok farklı yöresinden bize aktardığı ve öncüsü olduğu yazarlarla bağı solacak.
Ama Tomris Uyar’ın dünyasından süzülen bir gelenek de var: Öykücülerimizin kayda değer bir kısmı seksenlerden itibaren Tomris Uyar’dan okuma ve yazma dersleri aldılar, iki binlerden itibaren de içinde bu isimlerden bazılarının da bulunduğu bir kısmı hem bu dersleri yaratıcı yazarlık kurslarında veriyorlar hem de yayınevlerinde karar verici konumuna geldiler. Son yıllarda büyük patlama yapmış öykücülüğümüzde bir Tomris Uyar hayaleti dolaşıyor böylece.
Birinci sayı, s. 45






Yorum bırakın