Gecenin rüzgârı tedirgin, savuramıyor kaldırım kenarındaki kurumuş yaprakları. Bense aldırmıyorum sokak köpeklerinin kanlı ayak izlerine. Ölümümden kaçıyorum, kendi zavallı ölümümden. Çekingen adımlar bırakacağım ardımda, ağır aksak yaşanmış bir hayat. Tanrım beni baştan yarat! Yarat ki sevdiklerim bana sırt çevirmesin, titreyen ayaklarım nereye gideceğini bilsin. Tanrım, sana güzel bir sonbahar akşamında veda etmek istiyorum ama şimdi zamanı değil.
Bomboş, ıssız sokakta, zifiri karanlığın içinde sırtımı metruk binanın, çürük duvarına yaslamıştım. Kalp atışımı derinden duyuyor, nefes alışverişimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Üzerimde daha önce yaşamadığım bir tedirginlik vardı. Korkuyordum ve müthiş bir ağlama istediği beni ele geçirmek üzereydi. Birinden saklanıyordum ya da birilerinden. Tam emin değilim. Kurtulmak istediğim elimdeki kanlı bıçağı sımsıkı tutuyordum. Bıçağı atıp kurtulmak varken neden hâlâ elimdeydi? Damarlarımda dolaşan kanın içinde mıknatıs vardı ve bıçak, avucuma yapışmış gibiydi ya da bedenimin bir parçası haline gelmişti.
Üstüm başım kan içindeydi, biliyordum ama üstümdeki kan izlerini örtmüştü gece. Nereye baksam gördüğüm tek şey karanlıktı. Sanki biri gözlerimin önüne siyah perde çekmişti. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yıldızları gördüm, bir ressamın fırçasından çıkmış gibi kusursuzdular. En son ne zaman gökyüzüne baktığım hakkında en ufak bir anı belirlemedi zihnimde. Kendimi zorladım bir şeyler hatırlamak için ama zihnim kara delik olmuş ve her şeyi yutmuştu. Gökyüzünü seyrederken sessizliğe teslim olmuş sokakta, kulağımda maviden kırmızı dönüşen sesler. Yanılmak için her şeyi feda ederdim ama duyduğum sesler katil oluşum kadar gerçekti. Çağdaş bir katil sayılmam, kılığım ve duruşum öylesine bitik.
Kalbim, göğüs kafesimi delip geçecekmiş gibi atarken maviden kırmızıya dönüşen renkler, gözlerimin önüne çekilmiş siyah perdeyi yırtarak yaklaştı, zalimce. Korku bütün hücrelerimi ele geçiriyor. Ne yapacağım şimdi, titreyen dizlerim nereye gideceğini bilmiyor. Burada öylece yok olmak mümkün olsaydı keşke, kırılmış cam gibi tuzla buz olmak istiyorum tanrım. Lütfen, beni yanına al. Göklere çıkar. Burada, bu sefil yerde ölmek istemiyorum. Tanrı beni duymuyor, görmüyor çünkü tanrı: kör ve sağır.
Tüm gücümü toplayarak koşuyorum karanlığın içine doğru. Yeterince hızlı değilim. Ayaklarım ihanet ediyor bana sanki. Arkamdan bağırıyor polisler. Ne dediklerini anlamıyorum. Koşuyorum, koşuyorum, arkamdan koşan polislerin nefesi ensemde hissediyorum. Gücüm tükeniyor, yere yığılıp kalmaktan korkuyorum. Teslim ol diyor polisler. Sonunda kavrıyorum sonumun geldiğini. Birkaç el silah sesi. Korkumu, kızgın bir demir deşip geçtiği gibi yerde buldum kendimi. Kursağımda tanışmadığım kan pıhtısı, dizlerimde kurak toprağın kokusu. Boynumdan boğazıma genzimi yakan sıcak sıvı, sarıyor kana karışan hastalık gibi kambur cesaretimi.
Birinci sayı, s. 137






Yorum bırakın