Derlice ve topluca düşünmemiz gerektiğinde memleketin neredeyse her meselede kritik bir noktada olduğu aşikardır, bilebildiğimiz üzere. Politik doğruculuk bir yanda yana dursun, “tarafsızlık” olarak adlandırılan bir hastalık da aramızda gezinmektedir. Suçluyla masumun, haklıyla haksızın ve doğruyla yanlışın çatışmasında “tarafsız” olduğunu beyan etmek, kabahatli olana göz yumup ezileni yok saymak demektir.

Delilleri apaçık ortadadır ki tarih yazımı bir dürüstlük savunusundan ziyade güçlünün yahut da kazananın dedikleri ve duymak istedikleri çerçevesinde kurgulanır çoğu zaman. Fakat bu durum, tarih biliminin niteliğini ve kıymetini öldüremediği gibi doğrunun peşinde koşanlar ile yalanlara çanak tutanların arasında bir çatışma doğurur, ki bu bağlamda…

Özümsenen değerler gereği sanatsal üretim ağırlık olarak “haz vermeği” amaçlar, kimisi kendisini buna çok kaptırır, doğru olandan ve mensubu ol-ması gereken- taraftan soyutlar kendini. Bir bilim olarak politik, bu durumda olanlara “lümpen” demeyi uygun görür. Bir sanatçı olarak ben, böyle olanlara “dönek” demeyi uygun görürüm. Çünkü nasıl bir şeyin mümkün olması o şeyin doğru olduğuna dair ispat değilse, bir şeyin karalanabilir/zırvalanabilir olması da onun gerekli ve “sanatsal” olduğuna ispat değildir.

Ne yazık ki sanat, estetikten ibaret değil.

Ne güzel ki sanat, estetikten ibaret değil.

Dünya genelinde şiiri takip etmesem de diyebilirim ki bugün, Türkiye’de çağının şairi ve şiiri -düzeyi gereği- yoktur, buna bir örnek de veremeyiz. Klanlaşan ve doğal olarak da birbirine düşmanlaşan şiir çevreleri öncül olarak niteliği ve akabinde de kalıcılığı -yeri doldurulamayacak seviyede- sömürmek suretiyle bitirir.

Dinamikleri gereği sanat üretimi ve tüketimi, tarihe iz düşmek marifetine sahiptir istemsiz ve de bilinçsiz olarak. Bakınız ki Homeros, Sappho ve adını saymak istemediğim niceleri bahsi geçen dönemin araştırmacıları için küçüklü büyüklü kaynaklar bırakmıştır geride. İnsan ölümlüdür çünkü.

Bilinir yahut bilinmez fakat Karl Marx da şiirlerinde -özellikle Menschenstolz gibi şiirlerinde- hem dönemi, hem de düşüncesi için mühim notlar bırakmıştır. Teatral üretimlerde de Heinrich von Kleist, Gerhart Hauptmann gibi isimler gerek sosyalist bilinç için ve gerek toplum belleği için geri dönüp bakılması gereken eserler yaratmışlardır.

Bizim dönemimizin Michael Kohlhaas’ını kim yazacak peki, bütün bu çekişmelerin ötesinde? Memleketimden İnsan Manzaraları’nın daha iyisini hanginiz yaratacaksınız? Daha kuvvetli arabalar, daha yüksek evler, daha uzun ömürler ve daha çok paralar yaratabilmekte insan ırkının üstüne yok, evet fakat ben donanım ve nitelik olarak gelişkinliğe ulaşabilmiş bir sanatçı göremiyorum çağdaşlarımın arasında.

Herhangi bir kulvarda bir sanatın bir amaç olarak tanımlanması, onun işlevini köreltir ve özünden koparır. Bunu engellemeyle alakalı yapılması gereken öncül davranış, sanatın üretimi ve tüketimi konusunda olan eğitimlere verilen değerin artırılması -eğitimlerin artırılmasıdır. Çünkü zevkler ve renkler, pek tabii, tartışılmak için vardırlar.

Ne heykeltıraş bekler sabahı,

Ne taze tuvali mezar.

Ne de şair, bir günahı,

Beni beklediğin kadar.

Geçti isteme gelmemi,

Bokluğumda buldun beni;

Bırak telifimde gölgeni,

Gelmem, artık neye yarar?

Birinci sayı, s. 125


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Son Yazılar


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin