Sene 94
Sene 94, liseyi yeni bitirdim ve edebiyat denen işin içine daha fazla girmeye başladım. Bir temmuz sıcağı da peşimde. Nasıl denir ne destan peşinde olacak halim var ne de katsayılar yüzünden hak ettiğim yere ulaşmaya takatim. İşte o yıllarda şiir, yazı ve belki de hayat hakkında “eleştirel” beceriyi tek bir cümleyle öğreniyorum: bir şeyi sevip sevmemek önemli değildir, bu kimseyi de ilgilendirmez, o şeyi neden sevip sevmediğini bana anlatabilecek misin, bunları yaparken kelimelerin en ince yanı sana eşlik edecek mi?

Sene 95
Üniversite sınavına tekrar girdim; bizim zamanımızda sınavlar çift basamaklı, altmış soru Türkçe, altmış soru sosyal bilimler, işte her şey altmış soru etrafında dönüyor. Birinci basamakta yüz otuz yedi küsur puan geliyor yanılmıyorsam, neredeyse tamamını yanıtlamışım soruların. Çok fena temmuz hâlâ peşimde bir türlü geçmeyen intikamını ensemde hissettiğim bir yaz. İkinci basamak açıklanıyor, Türkçe’de altmış sorudan iki yanlış yanılmıyorsam, sosyal bilimlerde de benzer sonuç. Bu sonuçlarla ilk yirmi binlerin içindeyim, yani istediğim bölüm, istediğim işi yapabilirim, öyle görünüyor, ama olasılıklar kat sayı diye bir şeyi getiriyor karşıma ve altıncı tercihim olan Hacettepe Sanat Tarihine yerleşiyorum, artık bu ülke kimin umurunda…

Sene 2022 ve Destan Sayılır
Aradan geçen bunca zaman içerisinde başa gelmeyen kalmıyor, ne doğru dürüst bir iş bulabiliyorum ne de doğru dürüst iş arama… 2009 gene de iyi, belki buradan emekli olabilirim… Ama bir kurtarıcı var yaşantımda yazı, onda da hedeflerim pek çok nedenden dolayı pek de iyi gitmiyor, çalışmak çalışmak yaşantımın halini şekillendiriyor. Hâlâ da aynı…


Bir yığın kitap okuyorum bazen, bazense haftalarca küçük makaleler, köşe yazılarıyla yetiniyorum, elimi kitaba kesinlikle sürmüyorum, dijital çağ, çok imdadıma yetişti. Böyle olunca destanlarda falan da pek yer bulamıyorum kendime. Ama kitabın adı Destan Sayılır olunca hemen dikkatimi çekiyor, bizim kuşağın bir yazarı, onu ilkin Adam Sanat’tan Mesut adlı kanarya şiirinden tanıyorum –kusura bakmayın şiirin adını anımsayamadım-. Destanlar ve ben hiçbir zaman bir arada olamadım maalesef. Yaşantımın herhangi bir alanında da öyle destanları olan bir kişi olmadım. Olmayı da istemem doğrusu. Küçücük yaşantımdan memnunum.


Bir temmuz gününün ortasındayım, kitabın şiirleri dikkatimi çekiyor, ta ki ikinci bölüme adını veren suya yazdım bölümüne kadar; bilemiyorum çok daha söylenecekler varmış gibi geliyor bana, ama bunlar elbette şiirlerin zayıf olduğu anlamına gelmez, varsayalım dergide okudum… Ben destanları beceremediğim için benim dışımdaki şairlerden gerçekten “destan” gibi şiirler bekliyorum. Örneğin Melih Cevdet’te bunları buluyorum, Attila İlhan’da, bazen dergilerde tek tek şiirlerinde de bulduğum kişiler var örneğin Celal Soycan’da, kitabını beklediğim… Örneğin birden kitabıyla karşımıza çıkıveren Osman Hakan’da. Bu kitabı da böyle böyle okuyorum, yarın bir gün başka bir kitabında da böyle bir şiir göreceğim Onur Caymaz’da sanki. Birkaç şiirini bu gözle okuyorum. Temmuz sıcağı peşimde beni takip ediyor ve ilk gençlik yıllarımda peşime takılan o tümce başımda dönüyor, sevip sevmediğini söyleme, neden o şiir, yazı bunları açıklayabilir misin? Ben artık yalnız mecazı bilmeyenin şiiri anlamayacağını öğrendim. Simgeler değil mi şiir, yoksa o hakikatin unutulduğu bir zamanda hakikatin gözüne sokulması mı? Gözlerim kör âma mı Tanrım! Hakikatini bul ve çıkar bu da destan sayılır mı?.. Hayatın ne olduğuna emin miyim/miyiz?

Birinci sayı, s. 109


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Son Yazılar


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin