Merdivenlerin başında oturuyorum. Apartmanın dar bir girişi var. Kapıcı müsaade isteyip çöp çıkarıyor. Geçerken bana bakmıyor. Sokakta birkaç oğlan top sektiriyor. Onlar kapıcı kadar temkinli değiller. Bacaklarımı, göğsümü kesiyorlar. Arada çatallı sesleriyle birbirlerine bağırıp horozlanıyorlar. Biri, diğerini duvara sıkıştırıp ayağındaki topu çalıyor. Öbürünü sert bir çalımla omuzluyor. Hakkımda konuşmasalar da kafalarında kurulu ortak hayali görebiliyorum: İçlerinden en erkek olanın koluna girip zaferini resmileştireceğim. Al dudaklarımla yanağına bir buse konduracağım.

Sokağın başında onu görüyorum sonra. Benden, randevuevindeki diğerlerinden çok daha güzel bir kadın. Aklıma ilk gelen bu. Başını geriye yatırıp koyu kestane buklelerini arkaya alıyor. Elini çantasına atıyor, anahtarlarını çıkaracak. Merdivenlerden inip oğlanları geçiyorum. Aklıma gelen ikinci şey, Âdem’in başka kadınlarla yatarak aptallık etmiş olması. Gerçi karılarının güzel ya da zeki olmaları, erkekleri randevuevine gelmekten alıkoyan bir ölçüt değil. Onlar; evrende yalnızca kendilerinin tattıklarını düşündükleri, aslında o bilindik, yasak heyecanların arayışındalar. Yalnız, Âdem’in bana gelmekle bulduğu heyecan bundan biraz farklıydı.

Kadının karşısına dikiliyorum. Adını biliyorum, Hande. Âdem, bir keresinde Hande’den dört yaş küçük olduğunu söylemişti. Kadının yüzündeki çizgiler kırışıyor. Baştan ayağa süzüyor beni. Konuşmasa da kafasında kurduğu o kötü kadın hayalini görebiliyorum. Kendince haksız da sayılmaz. Oval manikürlü tırnaklarını çantasının kemerine geçiriyor. Dudaklarını büzüyor: “Sen o kadınsın, değil mi?” “Evet,” diyecek oluyorum, “Kocanın üzerinde can verdiği kadın.” Başka bir kadın tarafından küçümsendiğim her an öfkelenecek olsam, çoktan hapsi boylamış olurdum. “Beni dinleyin,” diyorum onun yerine, “Sizi öldürecekler!”

Nisanın on beşinde, akşamüstü odama girmişti Âdem, son kez. Alıştığı gibi pencereye varıp sokağı kolaçan etti, perdeleri çekti. Ceketini ve evrak çantasını vestiyere astı. Çantadan çıkardığı cam şişeyi çalkalamaya başladı. O her seferinde cam şişesini çalkalarken ben soyunurdum. Müşteriyle aranda rutin yaratmak iyidir. İnsanlar rutini severler. Yatağın ucuna çırılçıplak oturdum. Âdem iskemleye çöktü, içmeden sevişmeye başlayamayacağı doping suyunu kafasına dikti. Etkisi psikolojikti zira son yudumunu hep bana içirirdi; elma, bal ve zencefil tadından başka bir şey almazdım. O gün limon da sıkmış olacaktı. Eğilip ekşi dudaklarıyla öptü beni.

Âdem, dopingini alırken anlatırdı. Kimseyle paylaşamadığı, günün her saati zihnine akan o zehirlenmiş düşünceleri yabancı bir kadının önünde dışarı dökmek, bana gelmekle bulduğu heyecandı. Âdem, devlet dairesinde amirdi. Amirlik ettiği memurlara kötü şeyler yapmak istiyordu. Âdem, yeğenlerinin hamisiydi. Hamilik ettiği yeğenlerine kötü şeyler yapmak istiyordu. Teferruat lüzumsuz. Önemli olan Âdem’in, bu zehrin müsebbibi olarak karısı Hande’yi görmesiydi. Âdem’in anlattığına göre Hande’nin ağzından, kulaklarından gözleriyle görebildiği bir kötülük akıyordu; kara, ağır. Burun deliklerinden, hatta bacak arasından süzülüyordu. Bu kötülük Âdem’in zihnine sızıyor; memurları tükürük ve meniye, yeğenlerini kana buluyordu. Temizlik şarttı. Hande ölmeliydi. Ölecekti de. Tüm birikimini Hande’nin eczanesindeki çırağın önüne yığmıştı Âdem. Adamı ikna etmişti. Hande ölünce eczanenin başına onu getirirdi hem. Yeter ki, yeter ki Hande ölsün ve o tertemiz olsundu. 

Âdem’i sevişmeye hazırlayan doping suyu değildi, anlattığı kirli planlardan aldığı hazdı. Tatmin olmaya yakın çullandı üzerime, başını geriye yatırdı. Kalbim fırlayacaktı. Âdem’den öte başka bir ağırlık çöktü göğsüme. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir kadın, kocasının takıntısı yüzünden öldürülecekti. Canım acıyordu. Âdem doğruldu. Yavaşladı. Elini belimden çekip göğsüne götürdü. Durmasına şaşırdım. Ağzını açtı. Islık gibi bir ses yükseldi genzinden. Korktum, altından kaçtım. Ellerini göğsünde birleştirdi: “Karım bilmesin!” Yataktan geriye sırtüstü yığıldı. 

Hande’yle karşılıklı oturuyoruz. Buzlu camdan diğer taraftaki bankonun karanlığı, eczaneye girip çıkan insanların silueti seçiliyor. Konuşmak için sakin bir yere gitmemizi önerdiğimde, eczanesine getirdi beni. “Senin gibi bir kadını çocuklarımın yaşadığı eve sokacağımı düşünmedin ya?” Kafasındaki kötü kadın hayalinin, taşıdığımı düşündüğü berbat hastalıklarla pekiştirdiğini görüyordum. Eczaneye, elim çantamın içinde girdim. Biber gazını tutuyordum. Katil, çırak olacaktı. 

“İnanın bana, ne olur!” diyorum defaatle. Hande bacak bacak üstüne atmış, ellerini çıplak kollarında gezdiriyor. Eczanenin iç odası soğuk. “Âdem hastalıklı bir adamdı. Sözlerinin yarısından çoğu yalandı, çarpık hayal dünyasında kurduğu hikâyelerdi sadece.” “Bilmiyorsunuz sanıyordum.” “Yirmi senelik kocamı benden daha iyi tanıdığını mı zannettin, seni…” 

Kapı açılıyor. İffet timsali azizenin o büzdüğü dudaklarını çekip koparmama ramak kaldı. Bir siluet sızıyor içeri. Ayağa fırlayacak oluyorum, Hande beni durduruyor. “İşte, meşhur çırağımız Efe.” Efe, güçlü parmaklarıyla elimi sıkıyor. Esmer, keskin yüzüyle domuz gibi bir genç. Bembeyaz dişleriyle gülümsüyor. “Efe, misafirimizi duysan gülmekten ölürsün!” Hande anlatınca hakikaten gülmekten ölecek gibi oluyor Efe. Rahatlıyorum. Hande rahatlıyor. “Her şey bir yana, takdir ediyorum seni. Yaşadığın utanca rağmen polise anlattın, yetmedi kapıma kadar geldin. Beni, sözde katilimden kurtarmak için.” “Polisin beni ciddiye aldığını sanmıyorum.” Omuz silkiyorum. “İçine düştüğüm durumdan kurtulmak için senaryolar yazdığımı düşünmüşlerdir.” Hande’nin bakışları yumuşuyor, hoşuma gidiyor bu. Hiç de inanmadığım bir söz çıkıveriyor ağzımdan: “Sonuçta uğursuz bir fahişeyim ben!” 

Gülüyorlar. “Olur da polis peşine takılırsa şimdiden özür dilerim Efe. Korkmuştum… Seni izleyeceklerini söylediler.” Efe başını yana eğiyor: “Olan oldu.” İşe dönmek için kalkıyor, arkamdaki tezgâha geçiyor. İlaç kutularını karıştırmaya başlıyor. Hande’ye soruyor: “Sibutramin, Hande Hanım?” “Uygundur.” Hande bana dönüyor: “Artık korkma. Bir kalp krizi. Gerisi yok. Kimse bunun peşine düşmez.” Kahve makinesi ötüyor. Efe, çiçek desenli bir kupa uzatıyor. Kahveye limon mu sıkmış? Dudaklarımda ekşilik. Hande sigara teklif ediyor. “Kullanmıyorum.” Kahveyi yudumladıkça kupa ağırlaşıyor. Masadan destek alıp kalkmaya yelteniyorum, kalkamıyorum. Kalbim fırlayacak. Efe, eğilip ekşi dudaklarımdan öpüyor. Üzerime tonlarca ağırlık biniyor. Düşüyorum. Soğuk zemine yapışıp kalıyorum. Canım acıyor. Hande Efe’ye dokunuyor, onu geçip yüzüme eğiliyor: “Ne kirli bir kadın. Hastalıklı!” Ağzımı açıyorum. “Seni uğursuz fahişe!” diyeceğim. Islık gibi bir ses yükseliyor genzimden. 

Birinci sayı, s. 52


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın

Son Yazılar


Dünyaların Çoğulluğu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin